04 Oca 2015

İslam’a karşı art niyet beslemek ve İslam’a bozuk kalple yaklaşmaktan öteye gitmemiş, inat ve düşmanlıkla İslam’a saldıran bazı çevrelerin İslam’ı karalama kampanyalarında kullandıkları konulardan birinin de İslam’ da kadın mevzusu olduğunu görürüz. Böylelerinin hali, eline mumu almış güneşe meydan okuyan kimsenin durumundan farksızdır. Bunlardan bir kısmı kendi gibi düşünen yazarların dışında İslam’a dair bir tane kitap okumuş bilmediği bir meseleyi araştırmış olmamasına rağmen, bilmediği-okumadığı fikirler hakkında tartışma ve eleştirme cehaletine, diğer bir kısmı ise hata bulma maksadıyla okuması sonucu gerçeği bile bile görmeme insafsızlığına sahiptir. Meselenin bir acı noktası, böylelerinin meydan okuduklarının Allah(c.c),beğenmediklerinin O’nun mükemmel dini olan İslam olduğunu unutmaları ve kendilerini ebedî bir felâkete hazırlamalarıdır. Diğer acı noktası ise, dinini tam olarak bilmeyen bazı Müslümanların bunlara kanmalarıdır. Biz, bu mükemmel dini savunmacı bir zihniyetle ele alarak “İslam da doğrudur, İslam da kadına hak vermiştir.” demeyip, aksine, her konuda olduğu gibi bu konuda da “Tek hakkın İslam olduğunu” ortaya çıkarmakla kendimizi görevli hissetmekteyiz. Böylece düşman İslam’ı bilmeyenlerin kafasını karıştırmayı başaramasın.

Allah(c.c)’ı tanımayanların İslam’ı doğru değerlendirmeleri mümkün değildir. Eğer Allah(c.c)yeterince tanınmış olsaydı, kullarına zulmetmeyeceği, kadını da erkeği de yaratan olması nedeniyle indirdiği hükümlerin her birinin onların fıtratına ve psikolojisine uygun olduğu görülecekti. Allah (c.c), tüm meselelere kulların asla erişemeyeceği en yüce ufuktan bakar. Çünkü kendisi yaratmıştır. “Yaratan hiç bilmez mi?”1 Bu nedenle ne sadece erkeğin, ne de sadece kadının taraftarı gibi davranmaz, birini yüceltip öbürünü aşağılamaz. Ayrıca, hükümler toplumsal realiteyi göz önünde bulundurmaksızın farazî ve hayalî bir takım esaslara bağlanmaz. İndirilen her hüküm insan ve toplum gerçeğiyle birebir uyumlu ve birbirini tamamlar durumdadır. Bu hükümler bütününün, bir parçası olan, kadına dair hükümler de, bütündeki denge ve hikmetten gereğince nasibini alarak diğer hükümlerle uyumluluk arzeder.

Tarih boyunca kadın bazen hiçbir değeri olmayan bir mal, bazen ise zekâsıyla yoldan çıkaran bir şeytan ya da mel’un bir varlık olarak görülmüştü. İslam’ın indiği cahiliye çağında ise cehaletin en çok açığa çıktığı meselelerden biri kadın meselesiydi. Adı bile anılmaz, hiçbir değer verilmez ve eğer diri diri gömülmekten kurtulabilirse küçüklüğünden itibaren aşağılanarak yetiştirilirdi. Kimsenin kadının belki de Allah(c.c)’ın el-Latif isminin bir tecellisi olan ince ruhuyla, duygusal yapısıyla ilgilenmemesi bir tarafa, ezildikçe eziliyordu. Kadının kendine has durumları hiçbir şekilde dikkate alınmıyor, tamamen görmezden geliniyordu. Zaten cahiliye mantığından bundan başkası beklenmezdi. İşte böyle bir dönemde Allah(c.c) kadını henüz sabiyken diri diri toprağa gömmekten kurtarmakla işe başlamış ve bu konuya özel olarak eğilmiştir. Öyle ki, bununla ilgili ayetler iniyor ve Allah Resulü bunun üzerine biat alıyordu. “Onların birine kızı olduğu müjdelenince öfkelenmiş olarak yüzü simsiyah kesilir. Kendisinin müjdelenmesinin kötülüğünden dolayı toplumdan gizlenir, aşağılanma içinde onu tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün? Bakın hele! Verdikleri hüküm ne kötüdür!”2 gibi ayetlerle kız çocuğunun şerefli olduğu topluma öğretildi.

Ayrıca Allah (c.c) kadına has hükümler indirerek ezilen ruhunu tamir etmiş ve ona değerli olduğunu hissettirmiştir. Allah(c.c) kadının her şeyi ile yakından ilgilenmiş, kadını ilgilendiren nikâh, talâk, tesettür, kadına helal haram olanlar gibi meseleleri yeri gelmiş ince ince açıklamıştır. Kıyamete kadar bâki şerefli kitapta bir surenin isminin “Nisa” konulması kadına karşı gösterilen bir incelik, yaralı ruhuna bir merhemdir. Kadının eğitimi ve ahlakı kimseyi enterese etmezken Allah(c.c)kadının eğitimiyle yakından ilgileniyor, onun olgunlaşmasını, ahlâk ve takvada zirveye ulaşmasını sağlamak istiyor, bu nedenle bir taraftan hükümlerini indirirken diğer taraftan onlara örnekler gösteriyordu. Hz. Meryem’in Kur’an’da ahlâk ve takvayla sembolleştirilmesi yine kadına özel bir değerdir. Allah Resulu(s.a.v.)de kadına değer vermiş ve onların eğitimiyle bizzat ilgilenmiştir. Kadına verilen bu değer onu Rabbine ve dinine yaklaştırmıştı. Artık onlar bir konuda başları dara düşse (ister genel ister özel)hemen gelip Allah Resulüne soruyor, Rablerine dönüyor ve bu tür durumlarda Rablerini anlayışlı ve müşfik olarak buluyorlardı. Mücadele suresinin iniş sebebi bir kadının maruzatından başka bir şey değildi. Cahiliye devrinde bir adam karısına “Sen bana anamın sırtı gibisin” dediğinde karısı ona ebediyen haram olurdu. Ashab’dan Evs b.Samit (r.a) da ufak bir şeye kızıp hanımı Salebe b. Havle(r.a)’ ye böyle söyledi. Sonra da çok pişman oldu. Bunun üzerine hanımı ağlayarak Resulullah(s.a.v)’a gitti ve kendisinin ihtiyar ve fakir olduğunu, çocuklarının ortada kaldığını anlattı. Allah Resulü (s.a.v) “Sen ona haramsın” deyince kadın ısrarla fetva istedi. Fetva alamayınca, elini Allah’a açtı, ızdırabını arzetti, şikâyetini O’na yaptı. Bunun üzerine Allah(c.c) Mücadele suresini şu ayetle başlayarak indirdi: “Allah kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü işitti. Zaten Allah sizin her konuşmanızı işitir. Çünkü Allah işitendir, görendir.” Ve devamında zıharın kişinin hanımını ebediyen haram kılmayacağını, kefaretini öderse adamın hanımına dönebileceğini ifade eden ayetler geldi. Mücadele suresinin yaklaşık ilk beş ayeti bundan bahseder. İşte kadına verilen değer. İhtiyar bir kadın elini Rabbine açıyor ve merhametli Allah (c.c) onun düştüğü zor durum üzerine kıyamete kadar bâki bir kitapta ebedî kalacak hükümler indiriyor. Böyle bir kadın elbette toplum içinde hak ettiği konuma ulaşacak ve kendini değerli hissedecektir. Bu gün Rabbine ve Rabbinin kendisi için indirdiklerine teslim olmayıp “kadın hakları”, “kadına özgürlük” gibi söylemlerin cazibesine kapılarak insan uydurması kanunların peşinden gidenler, bu kanunlarda aradıkları huzur ve mutluluğu bulamayınca aşamadıkları sorunların karşısında acizlik içerisinde çırpınıp durmaktadırlar. Ne seslerini birilerine duyurabilmekte, ne de birileri gerçekten onların derdine çözüm aramaktadır. Çok güvendikleri kanunlar da onları yüzüstü bırakmış durumda. Bu durumda kadına düşen daha fazla gecikmeden kendini yaratan Rabbine yönelmesi ve onun her biri bir rahmet olan kanunlarına boyun eğmesidir.

Göreceklerdir ki, Allah(c.c) en büyük rahmet ve en yüce adaletle kullarına muamele etmektedir.

Esma Tamer (Bu yazı Furkan Nesli Dergisinde Yayınlanmıştır)