18 Kas 2017
  Âlimlerimiz gıybet ve ifşanın hangi durumlarda caiz veya gerekli olduğu konusunda önemli açıklamalar yapmışlardır. İmam Nevevi El-Ezkâr kitabında bu durumları açıklar.  Bunlar;
  1. Haksızlığa uğrayan bir kimse, hakkını alabileceğini, zulmü engelleyebileceğini umduğu şahıslara durumu anlatabilir.
  2. Dine ve ahlaka aykırı bir davranışını gördüğü kimsenin bu durumunu gören ve bilenler, düzeltmesi muhtemel olan kimselere aktarabilirler.
  3. Kişinin kendisine yapılanın haksızlık olup olmadığını anlamak ve fetva almak için kendisine yapılanları bir âlime anlatması caizdir.
  4. Müslümanları şerden korumak ve onlara nasihatte bulunmak için ayıplar ve günahlar açıklanır. Bu Müslümanların icması ile caizdir. Hatta ihtiyaçtan dolayı bu farzdır. Mesela hadis rivayet edenler içinde yalancılığı, ahlak ve dindarlık bakımından gevşekliği bilinen kimselerin bu durumları açıklanır ki, uydurma hadis rivayeti engellensin. Nitekim güvenilir olmayan kimseler hadis kitaplarında isimleriyle ve de kusurlarıyla ifşa edilmiştir. Bu internetteki ifşadan daha kuvvetlidir çünkü asırlarca nesiller bu kimseleri isim ve vasıflarıyla tanımışlardır.
Yine bir fasıktan ilim öğrenmek için giden kimselerin bozulacağından korkulduğunda o fasığın durumunun insanlara açıklanması gerekir. Ya da kişi göreve layık olmadığında veya fasık olduğunda görevden alınması için onun durumunun yetkili kimselere anlatılması vacip olur. Aynı şekilde mahkemede şahitlik edecek kimselerin de "yalan söylemekten çekinmeyeceklerini gösteren" kusurları hâkime bildirilir.
  1. Bir kimse diğeri ile evlenmek, ortak veya komşu olmak, ona bir şeyi emanet etmek, onunla bir iş yapmak, ondan din ilmi öğrenmek gibi durumlarda bunlarla ilgili kusurları bilen kimsenin o kişileri korumak amaçlı bildiği kusurlarını açıklaması gerekir.
  2. Toplumsal bir görevde istihdam edilen bir kimse buna ehil değilse veya görevini kötüye kullanmaktan çekinmeyeceğini gösteren bir günahı ve ahlaki kusuru varsa, bunları bilen kimse, o şahsın amirine –toplumu korumak maksadıyla- durumu bildirmekle yükümlüdür.
  3. Günahını ve kusurunu gizlemeyen, açıkça yapan ve gösteren kimsenin bu davranışlarını konuşmak, haram olan gıybete girmez.
Görüldüğü gibi kişilerin ayıplarını ve günahlarını açıklamak bazen haram olurken bazen caiz ve bazen de vacip olmaktadır. Nasıl ki İslam’da evlilik hüküm açısından kişiye göre değişir ve eğer kişi evlenmediği takdirde harama girecekse evlilik ona vacip; evlendiği takdirde eşine zulmedecek ise haram; bu iki durum yoksa sünnettir. Bunun gibi bir kimsenin günahını izhar etmek de kişiye veya günahın cinsine göre değişir. Bu tür durumlarda içtihad edip fetva vermek ise âlimlerin yetkisi dâhilindedir. Kimse içtihad edilebilecek yerde içtihad ettiğinden dolayı bir âlimi suçlayamaz. BAZI DURUMLARDA GÜNAHI İFŞANIN CAİZ OLDUĞUNUN BAŞKA DELİLLERİ
  • İslam’da Mahkemelere giriş serbesttir, isteyen girip izleyebilir. Mahkemenin aleni (halka açık) yapılması suçu ifşa değildir de nedir?
  • Hırsızın, zina edenin, zina iftirasında bulunanın, içki içenin… cezalarının aleni olması emredilmiştir. İslam’da had cezalarının aleni yapılması günahın ifşa edilmesinin caiz olduğunun açık delilidir. Had cezalarının aleni infaz edilmesi günahı ve cezasını açık olarak göstermek, yaygınlaşmasını önlemek ve ibret alınmasını sağlamak içindir. Hatta hırsızın eli kesilmek suretiyle onu her görene günahı ifşa edilmiş olmaktadır. Çünkü hırsızlık alışkanlıktır ve bu ahlak devam edebilir. Bu sebeple insanlar ona karşı uyanık olmalıdırlar. Bu ifşa insanların malını korumak için gereklidir. Aynı şekilde kişilerin dininin, namusunun korunması için de bu konuda güvenilir olmadığı bilinen kişilerin hallerinin açıklanması şarttır, açıklanmaması ise vebaldir. G. Kıran’ın açıklanan günahı da namus meselesidir. Karısını, kızını ona ders almaya gönderen insanların onun bu zafiyetini bilmeye elbette hakkı vardır. Bu hususta gerekeni yapmak vaciptir.
  • Bir kişiyi suç işlerken gören kimsenin onu yetkililere ihbar etmesi haram mıdır? Yoksa gerekli midir?
  • Mahkemede suçlunun suçunu ifşa eden şahitlik yapmak haram mıdır, yoksa adalet açısından gerekli midir?
  • Osmanlı’da bazı suçlar için teşhir cezası uygulandığı, suçlunun yüzünün siyaha boyandığı, alnına damga vurulduğu, suçunun yazılıp boynuna asıldığı, eşeğe ters bindirilip çarşıda gezdirilerek teşhir edildiği bilinen bir gerçektir. Bu bir tazir cezasıdır ve bu ceza Şeyhu’l-İslamların fetvasıyla uygulanmıştır.
AYRICA; Beyhâki’de geçen bir rivayette: “(Yetkililere) Şikâyet ve insanları sakındırmak için ayıpları söylemek gıybetten değildir.” buyurulmuştur. İmam İbn-i Hacer Heytemî (Şafii): “Gıybette aslolan haram olması ise de şer’i bir maksat için bazen mübah bazen de vacip olur.” demektedir.[1] İmam İbn Recep El-Hanbelî: “İnsanın hoşlanmadığı ayıbının söylenmesi Müslümanların genelinin maslahatı için olduğunda haram değil mendup olur.” demektedir.[2] Hasan Basri: “Günahkârı niçin söylemiyorsunuz, onda olanı söyleyin ki insanlar ondan sakınsınlar.” buyurmuştur. İmam İbn-i Teymiyye: “Namazları terk eden ve günah işleyen birine dininin bozulacağından korkulan birisi yaklaşırsa, o fasığın durumu o kimseye açıklanır ki ona yaklaşmaktan sakınsın.” demektedir. [3] Şeyh Elbanî:Gıybetin aslı haram olsa da bunun istisnaları vardır ve bu gerçekten mühim bir konudur. Kim bu istisnaları bilmez ve genel kaideye sarılırsa uzak bir sapıklıkla sapmıştır. Bu istisnaları bilmemesi sebebiyle (günahı açıklamamakla) toplumu fesada götürecektir(günahların çoğalmasına sebeb olacaktır.)” demektedir.   [1] Ez-Zevâcir An iktirafi’l-Kebâir [2] Mecmu’ Resail İbn Receb [3] El-Fetavâ El-Kübra