04 Oca 2015
Gönderdiği kitabıyla ölmüş kalpleri dirilten ve duranları harekete geçiren Allah’a hamd; vahiyle ve muhabbetullah ile harekete geçen Rasulüne salât-u selam; hareketsizleşmiş Müslümanları canlandırmaya ve hareketlendirmeye gayret eden kardeşlerime selam ile… Kıymetli Kardeşlerim! 1992 yılının sonbaharında Mısır’a gittikten birkaç ay sonra 22.01.1993 tarihinde Türkiye’deki arkadaşlarıma bir mektup yazmış ve kafamı meşgul eden önemli bir konu ile ilgili tespitlerimi onlarla paylaşmıştım. Çözümlemeye çalıştığım mesele ümmetimizin dirilişinin gerçekleşmesi ve bizim yeniden harekete geçebilmemiz için ihtiyacımız olan muharriklerin neler olduğu idi. Yani vicdanları harekete geçirecek, onları pasiflikten kurtaracak, oturanları yürütecek, yürüyenleri koşturacak olan manevî etkenler (âmiller)in neler olduğunu tespit etmeye çalışıyordum. Ümmetimizi gerileten hatta darmadağın eden sebepleri tespit edip ona göre çözüm yollarını bulmak doğru tedavî için ne kadar önemliyse vicdanları harekete geçirecek muharrikleri tespit etmek de o kadar önemlidir. Çünkü kurtuluş reçetesini bulmuş olsak bile her biri birer manevî motor hükmünde olan bu muharrikler olmadan harekete geçmek ve o reçeteyi uygulamak mümkün olmayacaktır. Bu muharriklerden o zaman için 6 tanesini tespit etmiş ve o mektupta 3 tanesini yazabilmiştim. Geri kalanını sonraya bırakmıştım ama onları daha sonra yazmak kısmet olmamıştı. Mektupta kullandığım üslup eskilerin üslubudur. Her ne kadar bu çağın insanı olsam ve bu okullarda okumuş olsam da eskilerin üslubu daha çok hoşuma gider. O üslubu daha tatlı, daha samimî ve daha etkili buluyorum. Ama o üslubu yakalayabilmek her zaman kolay olmamakta, bunu başarabilmek sakin bir ortam ve sakin bir kafa gerektirmektedir. Her ikisi de benim için o kadar zor ki… O zaman tamamlayamadığım konuyu şimdi tamamlayabilecek miyim bilmiyorum ama hiç olmazsa yazmış olduklarımı ve yazabileceklerimi sizinle paylaşmak istiyorum. O zaman 6 tanesini tespit edebildiğim muharriklere zamanla yenilerini ekledim ve sayısı 10’u geçti. Sırayla başlayalım.   Suâl: Gerek dünyevî gerekse uhrevî meselelerde Ümmet-i Muhammed’de görülen gevşekliğin ve pasifliğin çözümü nedir? Nasıl harekete geçebiliriz? El-cevab: Bir aracın harekete geçmesi nasıl ki motorunun olmasına ve o motorun sağlıklı çalışmasına bağlı ise hareketsizleşmiş bir ümmeti ya da insanları harekete geçirmek de manevi birer motor olan muharriklere sahip olmalarına ve bu muharriklerin güçlü ve sağlıklı olmasına bağlıdır.   1-    ÜMİT: İnsanın yaptığı işe sarılması o işin olacağından ümitvar olmasına bağlı olduğu gibi ümitsizlik içinde olması da o işe sarılmamasına sebeptir. Üç asır önce batıyı canlandıran, istikbalden ümitvar olması ve bizi çökerten ise geleceği karanlık görmek ve ümitsizliğe (ye’s) kapılmaktı.   Batıyı o dönemde ümitli ve canlı kılan; a.       Dünya siyasetine ve teknolojiye hâkim olmaya başlaması       b.      Her elini attığı işte yanında dayanacağı kuvvetli bir nokta-i istinad olan güçlü devletini bulabilmesi c.       Rakibinin yani Ümmet-i Muhammed’in zayıflamaya başlaması idi.   Bizi ye’se düşüren sebeplerin önemlileri ise 3 tanedir; a.    Kendimize çok büyük ve uzak bir hedefi hedef olarak seçmiş olmamız ki o da İslam’ın dünya hâkimiyetidir. Hâlbuki ne bu kadar büyük bir hedefi gerçekleştirecek eğitimden geçmişiz ne o kadar büyük maddi imkânlara ve kadroya sahibiz ne de ömrümüz o kadar uzundur. b.   Bizi ye’se düşüren 2. sebep; küfür dünyasının çok güçlü, İslam âleminin ise zayıf olmasıdır. Öyle ki, belki onlarla aramızda iki asır fark var gibi görünüyor. c.    Bizi ye’se düşüren 3. sebep ise insanın aceleden yaratılmış olması hasebiyle aceleci olmamız. Hâlbuki yol uzundur. Aceleci olan insanın yolun uzunluğunu görünce ye’se kapılması normaldir.                Bizi bu ye’sden kurtaracak olan çareler de üçtür: a.    Ye’se düşüren birinci sebebin çaresi; gayeyi hedefin önüne geçirmektir. Gayemiz Allah (c.c)’ın rızasını kazanmak, hedefimiz ise tüm dünyada İslam’ın hâkimiyetini gerçekleştirmektir. Asıl olan gayeye ulaşmak olduğuna göre hedefe ulaşılamasa bile ümitsizleşilmemeli, moraller bozulmamalı ve mücadeleye devam edilmelidir. Çünkü hedefe ulaşılamasa bile gayeye ulaşılmakta ve Allah’ın rızası ve cennet kazanılmış olmaktadır. Gayeyi unutup sadece hedefi düşünen ve ona varmanın zorluğunu görünce morali bozulup bırakan İslâmî hareketin mensuplarının moralle ciddi hizmet edememelerinin birkaç önemli sebebinden biri de bu gizli ama önemli hatadır. Hedef de kısa, orta ve uzun vadeli hedef olarak tasnif edilmeli ve öncelikle kısa ve orta vadeli hedef, hedef edinilmelidir. Kısa vadeli hedefimiz önce kendi nefsimizde ve yakın çevremizde inkılâplar gerçekleştirmek, sağlam ve büyük bir cemaat meydana getirmek; orta vadeli hedefimiz ülkemizde İslam Medeniyetini kurmak; uzun vadeli hedefimiz ise tüm dünyada İslam’ı hâkim kılmaktır. Orta ve uzun vadeli hedefe ulaşmak çok zor olsa da en azından kısa vadeli hedef çalışırsak mümkündür. O halde ümitsizliğe gerek yoktur.   Şeytanın bizi ye’se düşürmek için sürekli aklımıza getirdiği bu vesveseden kurtulmanın bir çaresi de “hedefi, hedefe varmak” olmaktan çıkarıp “hedef yolunda yürümek” ve “onun yolunda yürürken ölümün bize kavuşmasını hedef haline getirmektir.” Topal karınca gibi ki hacca gitmek için yola çıktığında “bu ayakla kavuşamazsın” denilmiş de o da cevaben: “Olsun bu yolda ölmüş olurum” demiş. b.    Bizi ye’se düşüren ikinci sebep olan küfür dünyasının güçlü, İslam aleminin ise zayıf olmasına gelince; Ey karamsarlık bataklığına düşmüş kişi bil ki: Allah (c.c.) “Nice az topluluk nice çok topluluğu yenmiştir”1 buyuruyor. Maksat sadece sayı azlığı değil, aynı zamanda silah ve teknoloji azlığıdır. Mademki Müslümansın bu ayete inanmalısın. Dersen ki inandım ama kalbim mutmain olmuyor, o zaman tarihi oku, mutmain olursun. Tarihi okuduğunda nice güçlü dünya devletlerinin ve imparatorluklarının çöktüğünü ve nice zayıf toplulukların büyük devletler haline geldiğini görürsün. Bil ki; Batı manen çökmüştür ve tarih ispatlıyor ki manevî çöküntünün ardından maddî çöküntü gelmektedir. Batının maddî çöküntüsünün alametleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Ama nasıl ki küçük bir kayık iki üç dakika gibi kısa bir sürede battığı halde dev bir geminin batması bazen bir ay sürer. Avrupa büyüklüğünde bir geminin batması ise elbette ki beş altı senede olmayacaktır. Osmanlı gibi ki batması, ilk su almaya başladığı günden itibaren iki üç asır sürmüştü. Namazının kılınması bile belki yirmi otuz seneden fazla sürdü. Ama sen ümitsizliği bırakıp çalışır ve batmamak için İslam âlemini daha fazla sömürmeye mecbur olan ve hasta bir vampire ve ahtapota benzeyen Avrupa ve Amerika’nın kollarını kesersen sana tutunamayacak ve hızla batacaktır. Ey ye’s içindeki kardeşim bil ki; şu anda biz ümidi yaşıyoruz, onlar ise korkuyu yaşıyorlar. Çünkü üç asırdır uyuttukları ümmeti Muhammed, Ashab-ı Kehf’in uyanması gibi üç asır sonra uyanmış, dünya hâkimiyetine hazırlanmakta; Batı ise kurduğu iğrenç medeniyetinin iğrençliğini görerek kendinden tiksinmiş ve kısa süren dünya hâkimiyetinin ve zevki sefalarının biteceğinden korkmaya başlamıştır. Öyleyse ümitvar ol ve üstad Bediüzzaman’a rüyasında bir evliyaullah meclisi tarafından söylenen “Evet ümitvar olunuz, şu istikbal inkılapları içinde, en yüksek gür sada İslam’ın sadası olacaktır!...” müjdesine sen de benim gibi ayn-el yakin iman et ve ye’sin soğuk duvarlarını parçala, Batı’nın suratına çarp. Yavaş yavaş ümitlenmeye, cesaretlenmeye ve ye’si parçalamaya başlamış olan kardeşim bil ki; Batı ile aramızdaki mesafenin çok olması sakın seni üzmesin ve korkutmasın. Bilmiyorsan bil, dünyada Bast-ı Zaman var. Yani ALLAH (c.c.) dilediği kullarının zamanını genişletir ve az zamanda çok iş yaptırır. Bazı evliyanın bir dakikada bir günlük iş gördüğü, bazılarının bir dakikada bir hatme-i Kur’aniyye’yi okumuş oldukları, Zeyn el-Abidin gibi bir zatın savaşın ve siyasetin yoğun olduğu günlerde bir günde bin rekât namaz kıldığı rivayet olunmuş ve Resulullah (s.a.v)’ın binlerce yıllık yolu miraçta bir anda almış olması gösterir ki Allah (c.c.) bizden razı olunca bize az zamanda çok mesafe aldıracak ve iki yüz senelik yolu inşallah belki yirmi belki otuz senede alacağız. Bast-ı Zaman’ı anlamadıysan her gün görmekte olduğun rüyayı düşün. Senin rüyanda gezdiğin ve gittiğin birbirinden uzak yerlere gidebilmek için belki haftalar, belki aylara ihtiyacın olduğu halde birkaç saniyelik rüyada buralara gidebilmen ve o kadar olayların birkaç saniyeye sıkışması Bast-ı Zaman’ın olduğunun bir delilidir. Ey Allah’tan ümidini kesmediğini iddia eden kişi bil ki; ümit kişiyi harekete geçirir, canlı kılar. Seni pasiflikten kurtarmayan ve harekete geçirmeyen ümit, ümit değildir.                 Mektubun devamını bir sonraki sayıda paylaşmak dileğiyle… Allah’a emanet olun. 1.       Bakara, 249