04 Oca 2015
Allah Teâlâ, insanı "en güzel kıvamda" (ahsen-i takvîm) yaratarak, onu varlıkların en şereflisi kılmış ve yeryüzündeki "halife”si olarak takdir buyurmuştur. Ancak; bir imtihan sahnesi olan bu âlemde, değeri ile mütenasip olarak en mükemmel şekilde teçhiz edilen insana, iyiliğin engin ufukları ile kötülüğün karanlık uçurumları arasında süzülme iradesi de ihsan buyrulmuştur. Onu "melekiyet" mertebelerine yükseltecek bu kanatların en lâtiflerinden biri de hayâ ve iffettir. "İffet, yeme-içme ve şehevî arzular hususunda ölçülü olmak, aşırı ve süflî arzuları bastırıp dinin ve aklın emri altına almak suretiyle faziletli bir hayat yaşamaktır. İffetin muhafazası ise daha çok hayâ duygusu ile sağlanır." Hayâ ile ilgili olarak Hadîs-i Şeriflerde şöyle buyruluyor: "Hayâ imandandır ve hayâlı olan kimse cennettedir. Hayâsızlık ise kalbin katılığındandır; kalbi katı olan da cehennemdedir."1 "Hayâ ve iman bir aradadır; biri gittiğinde diğeri de gider."2 Kur'ân-ı Kerim’de Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm ve Hazret-i Meryem Validemiz iffet ve hayâ timsali olarak methedilirler. "İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli vasıf nedir?" dense; herhâlde bunun en açık cevabı, "hayâ ve iffet" olurdu. Nitekim canlılar içerisinde bu sıfatlarla mükellef olan sadece insandır. Onun için, edep ve hayâdan mahrum insanlar; durumlarına göre, herhangi bir hayvana benzetilirler halk arasında... Bu sebeple; hayâ ve iffet tacını takmış bir insan için, "utanmak (durumunda kalmak)" en büyük cezadır. Edep kişiyi yüceltir; kibir, ucup, hayâsızlık ise alçaltır. "Utanmadıktan sonra dilediğini yap."3  buyuruyor Allah'ın Rasûlü Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem... "Örtüsüne bürünmüş bâkire bir genç kızdan daha hayâlı olan"4  Peygamber Efendimiz; çırılçıplak bir hâlde Kâbe'yi tavaf eden câhiliye toplumundan, ilâhî feyizle dolup taşan sohbetleriyle gökteki yıldızlar misâli olan Ashâb-ı Kirâm'ı yetiştirdi. O Varlık Nuru ile aynîleşmeyi hayatlarının gayesi edinen o mübarek insanlar; yüksek edeplerinden dolayı, başlarını kaldırıp da Rasûlullah Efendimiz'in yüzüne doya doya bakamıyorlardı bile... ÇAĞIMIZ Malum; çağımız iletişim çağı... Bütün dünyadaki insanlar, teknolojideki ilerleyiş sayesinde kapı komşusu kadar yakınlaştılar. Bilhassa gençlerimiz, sosyal paylaşım sitelerinde saatlerce konuşuyor, kameralarla görüşüyor, facebook'larına en özel fotoğraflarını koyup, hiç tanımadıkları insanlara bu görüntüleri rahatlıkla gönderiyorlar. Mütedeyyin aile çocukları dahi muzır sitelere girip, uygunsuz filmler izleyebiliyorlar. Msn’ler de, cep telefonlarında argo tabirlerle anlaşıyorlar. Liseli kızlarımız erkekler gibi yürüyüp, sigara içip, küfürlü sözleri yüzleri kızarmadan söyleyebiliyorlar. Kız-erkek arkadaşlığı, yani "flört" giderek artıyor. Kadın-erkek ilişkilerinde sınırlar alenî olarak çiğneniyor. İlkokula giden kız çocukları bile cinsellikten bahsedebiliyor; bu minvalde özentiler sergileyebiliyorlar. Cinsel muhtevası olan uyaranlar, hemen hemen her yerde kullanılıyor. (Televizyon, internet, cep telefonları, sokaklardaki bilbordlar, mağazalardaki afişler v.s.)... Bu uyaranların artışı, yenilen ve içilen gıdalardaki hormonlar; bugün ülkemizde buluğa erme yaşını aşağılara çekmiştir. Kliniklere "erken ergenlik" teşhisiyle başvuran çocuklarımızın sayısı gittikçe artmaktadır. Gençlerimize Ne Oldu? Kapı arkasından dahi olsa yabancı bir erkeğe sesini işittirmeye hayâ eden ninelerden, internete video görüntülerini koyan kız torunlar; sokakta nazar ber-kadem yürüyen dedelerimizden, geleni geçeni mütecessis ve mütecaviz bakışlarla süzen delikanlılar nasıl yetişti? 30 yıl boyunca utanma duygusu üzerinde araştırmalar yapan ABD'li psikoloji profesörü Rowland Miller, 2010 yılında yayımladığı çalışmasında; son yıllarda gençlerin utanma duygusunun gittikçe ortadan kaybolmasının en büyük sebebinin teknoloji olduğunu belirtiyor. Sanal ortamda her düşüncesini rahatlıkla açıklayan gençler, giderek duyarsızlaşıyor. İki omuzlarında yer alan kayıt tutuculardan gafil kalarak;"Kimse görmüyor, duymuyor, dilediğini yap, söyle!" anlayışıyla insanî duygu ve melekeleri, görgü, edep ve hayâları kayboluyor. Esefle görülen o ki; toplumun da müspet baskısı kalmadı artık... Eskiden, dışarıda yanlış bir hareket yapan çocukları güzellikle ikaz ve irşat eden komşu büyüklerimiz vardı. Şimdi ise, ne komşuların umurunda, ne de ikaz edilen çocukların... Hatta "Doğrusunu kendisi seçsin" diye düşünen modern (!) ebeveynler, çocuklarının yönlendirilmelerini kabul etmiyorlar. Toplumda, bilhassa yarınlarımızın teminatı olan bir kısım gençler, serseri mayınlar gibi dolaşıyorlar. Kendini herhangi bir şekilde (nasıl olduğu çok da mühim değil) ifade etmek, fert olmanın bir göstergesi... Edep ise bizatihi kompleks ve utanç vesilesi oldu. "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" mantığıyla kimse kimseye bir şey söyleyemiyor. Şimdilerde, bu "özgüveni fevkalâde yüksek", "sadece ben varım" diyen neslimize bir şeyler söyleyebilmek, yürek istiyor gerçekten... Zira onlar, her şeyin en doğrusunu zaten biliyorlar (!)... Oysa ümmet olmak, şuurlu olmayı gerektiriyor. Ümmet olmak, kardeşini ikaz ve irşat etmeyi gerektiriyor. Ümmet olmak, birbirini yıkayan iki el gibi olmak demek... İnsan Beyni Atalarımız; "Alındaki hayâ damarı çatlarsa, utanma duygusu kaybolur"demişler. Cinsî uyaranların bombardımanı sonucu, insan beyninde neler oldu? Son yıllarda insan beyni ve duygusal sistemimizle alâkalı pek çok inceleme ve araştırma çalışmaları yapılmıştır. Bunlardan biri; çocukların görüntü yoluyla (televizyon ya da internet) duygusal davranışları öğrendiğine dairdir. Çocuk seyrettiği filmdeki davranışı, en ince detayına kadar beynine kaydediyor ve aynı şeyi kendisi yapıyor. Şayet ceza korkusu olursa; davranışı sergilemekten uzak duruyor. Ancak, teferruatlı bir şekilde seyrettiğini anlatıyor. Üstelik bu sonuca tek bir izleyişle varılıyor. Çoğunlukla komşu kadınla çay içip laflamak gibi mühim (!) işleri olan anneler, minicik çocukları ekran başına rahatlıkla terk ederler. O ekrandan temiz ruhlara ne gibi zehirler aktığını hiç düşünmezler. Hâlbuki beyin, gördüğü her şeyi kayıt altına alıyor. Hiçbir detay atlanmıyor. İnsan hatırlamasa da; zaman geliyor, bunlar gün yüzüne çıkıyor; davranışlar şekilleniyor. Yani her bir uyaran, beyinde bir şey inşa ediyor, ya da yıkıyor. Japonya'da yapılmış bir çalışmada da; çizgi filmin bir karesine yerleştirilen bir ışık huzmesiyle beyne tesir ederek, "epilepsi nöbeti" ortaya çıkıp çıkmadığına bakıldı. Bu filmi seyreden 700 çocuk, epilepsi nöbetiyle aynı gün acil servislere başvurdu. Frontal Lob ve Namaz İnsan beyninde duygu dünyamızla, hissiyatımızla (öfke, saldırganlık, nefret, sevgi, merhamet, hayâ...) yakından alakalı olan bir bölge mevcuttur. "Frontal lob" denilen bu bölge, tam alına tekabül etmektedir. Namaz kılanlar üzerinde yapılan bir çalışmada; secdenin, frontal loba âdeta kan banyosu yaptırdığı, frontal lobu bol miktarda kanlanan bu insanlarda iffet, hayâ ve utanma duygularının namaz kılmayan deney grubundan daha fazla olduğu tespit edilmiş. Yine depresif ve saldırgan kişilerde, bu bölgenin aktivitesinde belirgin miktarda azalma olduğu hayretle müşahede edilmiş."Secde et ve yaklaş"5  buyuruyor Rabbimiz... Secde müminin miracı; Allah’a en yakın olunan yer; O'nun bizi her an gördüğü şuurunun, ziyadesiyle ikram ve ihsan edildiği makam! Her geçen gün, ekranlarda yer alan edebe mugayir görüntülerin de tesiriyle, gençlerimizin hayâ duyguları biraz daha aşınıyor. Flört normalleşti, çağdaşlığın bir gereği oldu âdeta; müstehcenlik, komedyenlik, argo tabirler ise normal konuşma cümleleri hâline geldi. İnsanın müspet enerjisini muhafaza eden elbiselerden sıyrılması, entelektüelliğin bir göstergesi sayılıyor; birçok ortaokullu ve liseli kızlarımız; kılık-kıyafetleriyle, reyting rekorları kıran edebe aykırı filmlerde model olarak sunulan kişileri hatırlatıyor... Hayâ ve İffetli Olmak İçin İffet ve hayâ, ebedî kurtuluş için bunlar zaruridir. Bütün insanlığın ebedî saadeti için; Kur'ân-ı Kerim’in bizlere "en güzel örnek"6 olarak takdim ettiği Rasûlullah Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem ile beraberlik elzem... O Güzeller Güzeli, şöyle buyurmuşlar: "Hiç şüphesiz ki; Allah bir kulu helâk etmek istediği zaman, ondan hayâyı çekip alır. Hayâyı alınca, o kul ancak gazaba uğrayan biri olur. Gazaba uğradığı zaman, kendisinden emanet (güvenilirlik) kaldırılır. Emanet kaldırılınca, o ancak hain olur. Hain olduğu zaman kendisinden rahmet kaldırılır. Rahmet kaldırılınca, o ancak lânete uğrar ve mel’un olur. Lânete uğradığı ve mel'un olduğu zaman da, kendisinin İslâm ile olan bağı kopartılır."7 Hayâ ve iffet, her insan için eşsiz bir fazilettir. Hanımlarda ise, daha da güzeldir; başlarında nurdan bir taçtır. Bu vasıflarla yücelen bir cemiyet, "Asr-ı Saadet”e doğru yükselir; bir rahmet cemiyeti olur. Şairin dediği gibi: “Edep; bir tâc imiş Nûr-i Hudâ'dan Giy ol tâcı, emîn ol her belâdan.” 1.Buhârî, Îmân, 16 2.Beyhakî, Şuab, VI, 140 3.Buhârî, Enbiyâ, 54 4.Buhârî, Edeb, 72 5.El-Alak 19 6.El-Ahzâb, 21 7.İbn-i Mâce, Fiten, 27