04 Oca 2015
Bu yazı Muhterem Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin Adana 2013 ‘İslam’ın Dayanışma Anlayışı’ adlı konferansından özetlenerek hazırlanmıştır.   Allah Azze ve Celle İslam’ı bir medeniyet dini olarak gönderdi. Medeniyetin tüm esasları ve medenî bir toplumda olması gereken her şey hiçbir eksiği olmaksızın İslam’da mevcuttur. İnsan sosyal bir varlık olarak yaratıldığı için bir arada yaşamak zorundadır. Fert olarak yaşayamaz ve tek başına bu hayatın yükünü çekemez. Bu yüzden İslam, sosyal bir varlığa uygun ve dayanışmayı emreden bir din olarak gönderilmiştir. Madem ki yeryüzünün sıkıntılarını tek başımıza aşabilmemiz mümkün değil, zenginin fakire ihtiyacı var, fakirin de zengine ihtiyacı var. O halde insanlar arasında dayanışma şarttır. Hiç kimseye ihtiyacı olmayan sadece Allah Azze ve Celle’dir. O, hiçbir varlığı bir başkasına muhtaç olmayacak şekilde yaratmamıştır. Her varlık bir başkasına muhtaçtır ve her şey Allah’a muhtaçtır. Kur’an-ı Kerim Zuhruf Sûresi’nde buyurur ki: “Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz taksim ettik. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye biz onların bir kısmını diğerlerinden derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.”1 Bu ayet aramızda dayanışmanın olması gerektiğinin asıl sebebini çok açık bir şekilde izah etmiştir. Zengin, işlerinin yürümesi açısından fakire, fakir de geçimini sağlamak için zengine ihtiyaç duyar. Ayrıca Kur’an-ı Kerim yardımlaşmamızı emreden, insanın bir spermden yaratıldığını ve acizliğini hatırlatan ayetlerle doludur. Ziyaretleşmeyenler Aralarında Nasıl Dayanışma Sağlayabilirler? Dayanışmanın yolu öncelikle ziyaretleşmedir. Birbirlerini ziyaret etmeyenler, beraber yemek yemeyenler birbirlerinin dertlerine şahit olamazlar. Birbirlerinin dertleriyle dertlenmeyenler, nasıl olur da dayanışma gösterebilirler? Onun için ziyaret ve dayanışma birbirinden ayrılmaz iki parçadır. Kur’an, Müslümanları “bir binanın tuğlaları”2 gibi kabul ederken, Hz. Peygamber de “bir vücudun azaları”3 olarak misallendirmiştir. Hadis, Müslümanları bir vücudun azaları gibi görerek; nasıl ki vücudun azaları birbiri arasında yardımlaşırsa, Ümmet-i Muhammed’in arasında da aynı şekilde bir yardımlaşma olması gerektiğini ifade eder. Hatta Kur’an bunun da ötesine giderek ve tüm insanlığın aynı atadan geldiğini ifade eder ve: “Ey insanlar sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık”4 buyurur. Bu ayetle, aramızda soy açısından da birlik olduğu hatırlatılarak dayanışmanın olmasının gereği bir kez daha vurgulanır. Çünkü ırkçılığın olması dayanışmanın önünde bir engeldir. Aramızda ırkçılığın olmaması, yardımlaşmanın ve dayanışmanın olması için bütün insanlar aynı anne-babadan yaratıldı. Bir neslin aynı anne-babadan çoğalması için ilk nesilde kardeşler arası evliliğin olması gerekiyordu. Allah Azze ve Celle kardeşlerin evlenmesine razı olmuştur fakat aramızda ırkçılığın olmasına, kardeşliğin ve dayanışmanın olmamasına razı olmamıştır. Kur’an-ı Kerim: “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdar olandır”5 buyurur. Yani “sizi kabile kabile ayırdık” bunun sebebi biriniz kendini diğerinden üstün görsün diye değil, aranızda tanışma, yardımlaşma ve dayanışma olsun diye. İslam’da Ruhbanlık Yoktur İnsan yeryüzünde yalnız yaşayamaz, ruhbanca bir hayatı tercih edemez. İslam ruhbanlığı reddeder. Çünkü ruhbanlık ferdiyetçiliktir. Ruhbanca yaşayan insan dağ başında, insanlardan, hayattan ve toplumun sıkıntılarından uzak bir şekilde yaşayarak Allah’a yaklaşacağını zanneder. Hıristiyanlık insanlara bunu tavsiye etti. Takva sahibi olabilmek için toplumdan uzaklaşmak gerektiğini savundu. Bu ruhbanlık anlayışı, hem dayanışma ruhunu öldürdü hem de insanları Allah’tan da toplumdan da uzaklaştırdı. Hâlbuki insan topluma yaklaştıkça Allah’a yaklaşabilir. Çünkü bir Müslüman’ı Allah’a yaklaştıracak ibadetler, toplumun içerisinde gerçekleştirebileceği ibadetlerdir. Cemaatle kılınan namaz, zekât, hacc gibi. Ayrıca yardımlaşma, fedakârlık yapma, sadık olma gibi hasletler de ancak toplum içerisinde gelişir. Tek başına yaşayan Müslüman bunun gibi birçok konuda mahrum kalacaktır. Hz. Peygamber buyurur ki; “İnsanların arasına karışan, onların ezâ ve cefâsına katlanan mü’min, insanların arasına girmeyen ve onların baskılarına katlanmayan mü’minden daha fazîletlidir.”6 Allah Rasulü’nün Müslümanların toplum içinde ve dayanışma halinde yaşamasına teşvik eden hadisleri çoktur. Hz. Peygamber bir hadisinde; “Kim, (mü’min) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim, bir müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır7 buyurmaktadır. Bugün birçok Müslüman toplumun kahrını çekmektense, hatta İslamî faaliyetlerinde bile cemaat halinde faaliyet göstermektense yalnız başına olmayı yani kimsenin kahrını çekmemeyi tercih eder hale gelmiştir. Hâlbuki İslam, önce ailede dayanışmayı emreder sonra toplumda dayanışmayı emreder ve sonra da dayanışmanın zirve noktası olan ‘ümmet dayanışmasını’ emreder. Bunun yolu da İslamî faaliyetlerin cemaat halinde yapılmasından geçmektedir. Çünkü cemaat, ümmet olabilmenin başlangıcıdır. Cemaat olmayı başaramayanlar ümmet olmayı nasıl başarabilirler? Dayanışma Ailede Başlar Allah Azze ve Celle aile kurmayı emreder. Rabbimiz “İçinizden bekarları, köle ve cariyelerinizden de iyi olanlarını evlendirin. Eğer fakirlerse Allah onları kendi lütfundan zenginleştirecektir”8 buyurmuştur.Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem ise; “Evlenin, çoğalın”9 buyurdu. Aile olmak, hayatın sıkıntılarına karşı birlikte mücadele etmek demektir. Başka türlü insan bu dünya hayatında imtihanı kazanamaz. İslam böyle bir medeniyet kurmak istedi. Bu kurulmak istenen medeniyetin temelinde ailenin olması gerekiyordu. Bu durumda aile kurumunu yıkanların medenî olması mümkün değildir. Bir toplumda eğer aileye önem verilmiyor, o toplumda aileler yıkılıyorsa o toplum medeniyetini kaybetmiş demektir. Ve bir ailede kadın erkeğe, erkek kadına karşı bağlılık içerisinde değilse, o aile de medenî sayılamaz. Diğer yandan Allah Azze ve Celle aile halinde yaşamanın bir takım psikolojik sorunları halledeceğini bilmektedir. Yapılan araştırmalarda yuvalarda büyüyen çocuklarda dayanışma ruhunun olmadığı görülmüştür. Uzmanların dediğine göre, yuvalarda yetişen çocuklar dayanışma ruhunu kazanamamaktadır. Çünkü annesinin yanında yetişen çocuk, annesinden sürekli olarak yardım ve ilgi görmektedir. Bu şekilde küçük yaşta iken başkalarının ihtiyaçlarını fark etmeyi ve başkalarına yardımcı olması gerektiğini öğrenmektedir. Yine ailede çocuklar arasında da bir yardımlaşma vardır. Bu şekilde çocuk, birçok yönden yardımlaşmayı ve dayanışmayı öğrenecektir. Ama yuvalarda ve kreşlerde yetişen çocuklar bundan mahrum olur, büyüdükleri zaman toplum ile kaynaşamaz ve bencil olurlar. Çünkü kendisi çocukken yeterli derecede ilgi ve sevgi görmemiş, kimse kendisine yardım etmemiştir. İslam aileyi olmayı bunun için emreder. Hatta akrabalık ilişkilerine bile özel bir önem gösterir. Aslında İslam ailenin ötesinde toplum halinde yaşamayı bunun da ötesinde ümmet olmayı emretmektedir. Dayanışmanın tam olarak gerçekleşebilmesi, ancak ümmet olmakla mümkündür. 1. Zuhruf 32 2. Saff 4 3. Buhari 4. Hucurat, 13 5. Hucurat, 13 6. Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, II, 282 7. Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58 8. Nur, 32 9. Sahih-i Müslim 4677