04 Oca 2015

Hamd, bizi ümmet kılan, gönderdiği kitabıyla hem güçlü bir ümmet olmanın yolunu gösteren hem de ümmetimizin çökmemesi için almamız gereken tedbirleri bizlere öğreten Allah’a; Salât-u selam, hidayetimiz için gece-gündüz mücadele eden ve kısa zamanda dünya devletinin temellerini atan Hz. Muhammed (SAV)’e; Selam ise ümmetin halini dert edinen ve yeniden diriltme gayreti içinde olan tüm kardeşlerime olsun.

23. ve 24. Sayılarda ümmetimizi gerileten ve çökerten virüslerden biri olan tembelliğin sebepleri üzerinde durmuş ve bunları iki kısma ayırmıştım. Birinci kısım; gerilemeye başlamamızdan öncesiyle ilgili, ikinci kısım ise; gerilemeye başladıktan sonrasıyla ilgilidir. Birinci kısımla ilgili olarak 9 madde tesbit etmiş ve kısaca açıklamıştım. İkinci kısımla ilgili olarak da ilk olarak ümitsizlik üzerinde durmuş ve ümmetin madden gerilemeye başlamasının bir çok insanı geleceğimizle ilgili ümitsizliğe sevk ettiğini, bunun sonucunda tembelliğin daha da arttığını ifade etmiştim. İkinci kısmın ikinci, tembelleşmemizin ise on birinci sebebine gelince; 11- Batı Medeniyetine İntisab Etmek ve Onları Taklid Etmek: Bir çok kimse madden gelişmiş olan batı dünyasına dahil olur ve onları taklid edersek hızla yükselip çağı yakalayacağımızı zannetmiş, bunu iddia etmiş ve bunu hayal etmiş olsa bile durum bunun tam aksine gerçekleşmiş ve bu yanlış intisab ve taklitçilik bizim canlanmamızı ve silkinmemizi geciktirmiş ve hep başkasını takip edip her şeyi onlardan bekleyen tembeller durumuna getirmiştir.

İbnu Haldun da Mukaddime’de bu gerçeği tesbit eder ve der ki: “Bir millet başka devlete intisab ederek, bolluk ve rahat içinde yaşarsa onların hayat tarzını kabul eder. Bunun sonucu olarak asabiyyet, atılganlık ve şecaat zayıflar ve bu yüzden hiçbir zaman devlet kurma derecesine yükselemezler.” Çünkü artık kendileri üretmeyen, üretmeye gerek görmeyen, kendilerinde böyle bir gücü ve isteği bulamayan ve sadece tüketen bir toplum haline gelmişlerdir. Yani başkalarının izinden gitmek onları tembelleştirmiştir. Mağlub milletlerin galip milletleri taklid edeceği gerçeğini anlatırken de der ki: “ Yenilenler, yenenleri örnek alır. Hatta galibiyetlerinin âdet, mezheb ve hatta dinlerinden ileri geldiği vehmine kapılırlar. Evlerini onların evlerine, sanatlarını onların sanatlarına benzetmeleri istila altında olduklarının belgesidir.” Evet, tarihin filozofunun da ifade ettiği gibi mağlubler galipleri taklid eder ve tembelleşirler. Önce onlardan maddî şeyleri, icadlarını ve teknolojilerini almaya başlarlar, “ahlâklarını ve kültürlerini almayacağız” iddiasında bulunurlar. Ama bu sadece bir iddia ve tatlı bir hayal olarak kalır ve ikinci aşamada kılık-kıyafet gibi maddî âdetleri alırlar. Taklitçiliğin üçüncü aşamasında ise onlardan dil, kanun ve sanat gibi çeşitli kültür unsurlarını alırlar ve çökerler. Çöküşten sonra taklitçilik hızlanarak ve azgınlaşarak devam eder ve dördüncü aşamaya geçilir. Bu aşamada onlardan sosyal ve ahlâkî ölçüleri ve onların insanî değer ve kriterlerini alırlar. Hayata ve insana onların baktığı yerden ve onların mantığıyla bakarlar. Halbuki onların bu bakışı ve değerleri dinlerinin bir sonucudur ve dinleri ise şirk üzerine kuruludur. Onlar dünya hayatını değil sadece dünya nimetlerini önemsemekte, dünya hayatını her türlü sadece arzuların yerine getirildiği, her türlü nimetten ölçüsüz ve kuralsız istifade edildiği bir yer olarak görmekte ve nefislerine tapmaktadırlar. Bunun için her şeyi mübah görmüş ve tüm haramları helal yapmışlardır. İnsanı da putlaştırmakta ve onu Allah’a kul olarak görmemekte, Allah tarafından yaratılmış, O’nun tarafından rızıklandırılan ve korunan insanın tamamen özgür olduğunu, istediği gibi kanunlar koyabileceğini ve istediği gibi yaşayabileceğini düşünmektedirler. İnsana Allah’ın yetkilerini vererek onu Allah’a denk hatta üstün tutmakta ve Allah’a değil kullara itaat etmektedirler. Ama batı medeniyetinin bütün bu yanlışları unutuldu, çünkü onları taklid ile yükselebileceğimize bunun başka bir yolunun olmadığına bir kere karar verilmişti. Daha sonra beşinci ve son aşama gelir ve onların inançlarını ve ideolojilerini de alırlar ve yok olurlar. Artık bunlar yoktur, onlar vardır. Bunlar onlara dönüşmüşlerdir. Yaptıklarını onlar ve onların ideolojileri namına yaparlar. Kendi namına yaptıkları bir şey yoktur. Çünkü artık yokturlar. O yüzden Kur’an-ı Kerim Hud Suresinde “zulmedenlere meyletmeyin, sonra size ateş dokunur.” buyurur.1 Bütün şirk çeşitleri Allah’ın hakkını inkâr, nankörlük ve kişinin kendisini cehenneme atması olduğundan hem hakikaten hem Allah’a hem de kişinin kendine yaptığı büyük bir zulümdür ve bu manada bütün müşrikler zalimdir. Ve âyet-i kerime o müşriklere meyledilir ve onlara benzenirse bize de ateşin dokunacağını haber vermiş ve bizi uyarmıştır. Bize de dokunacak olan bu ateş sadece ahirette değil bu dünyada da dokundu, değer ve kültürümüzü kaybettik. Başka medeniyetlere dâhil olup onları taklit ettiğimiz için daha da tembelleştik, daha fazla geri kaldık ve gücümüzü kaybettik. Sonra kâfir ve zâlimlerin haksız saldırıları, zulümleri ve ateşi bize dokundu ve Allah’ın sünneti gereğince cezalandırıldık.

Tembelliğin sebeplerinden olan bu taklitçilik belasından kurtulmaktan, batı medeniyetini reddedip kendi medeniyetimizi özlemekten ve onu kurmaya çalışmak için harekete geçmekten başka çıkış yolu yoktur. Böyle bir taze imanla silkinebilir ve tembellikten kurtulabiliriz. Yapmaya çalıştığımız da bundan başkası değildir. 12- Mağlubiyet ve esaret: İbnu Haldun Mukaddime’de; “Yenilen ve esir edilen milletler tembelleşir, ümit ve emelleri azalır. Nesillerin çoğalması eksilir.” der. Yaptığı bu analiz hemen hemen tüm devlet ve milletler için doğru olduğu gibi bir inanç topluluğu olan ümmet için de doğrudur.

Ümmetler anlattığımız ve anlatacağımız sebeplerden dolayı gerileyip çöktüğünde onların çökmesini sağlayan ya da çökmesini fırsat bilen güçlü devletler onları âdeta esir alacak, hükümetlerine, siyasetlerine, devlet nizamına, ekonomilerine, yargı ve ordularına, eğitimlerine, medya kuruluşlarına ve daha bir çok alana hâkim olacaktır. Bu durum o millet ve ümmette ümitsizlik doğurduğu gibi tembelleşmelerine de sebep olacaktır. Çünkü kendine ve devletine güven duymak ve kendini özgür hissetmek kişiyi harekete geçirdiği gibi kendini esir ve güçsüz hissetmek ise kişinin hareket kabiliyetini öldürür ve tembelleştirir. Sadece onunla da kalmaz, esir toplumlar zihnen de tembelleşir, fikir üretmez ve üretemez hale gelir. Esaret kişiyi ve toplumu o kadar tembelleştirir ki İbnu Haldun’un dediği gibi” Bir esire zehir verseler, ciğeri yansa kalkıp su bile içmez.” Mağlub ve esir toplumlarda eziklik psikolojisi ve “biz yapamayız” anlayışı gelişir ve bu toplumu tembelliğe sevkeder. Hatta bu bazen daha ileri boyutlara ulaşır ve “bizden adam olmaz” noktasına varır. Yani mağlubiyet, kişi ve toplumlarda kendine ve devletine güvensizliğe, esir ve ezik insan psikolojisine, bunun sonucunda ise tembelliğe sebep olmaktadır. Mağlub ve esir toplumların ne hale geleceğini Kur’an-ı Kerim anlatırken Hz. Musa (as)’nın ümmeti olan İsrailoğullarını misal verir ve Hz. Musa (as)’nın onlara “Ey kavmim, Allah'ın sizin için yazdığı (girmenizi emrettiği) kutsal yere girin ve gerisin geri arkanıza dönmeyin; yoksa kayba uğrayanlar olarak çevrilirsiniz.” 2 dediğini, onların ise “Dediler ki: Ey Musa, orda zorba bir kavim vardır, onlar çıkmadıkları sürece biz oraya kesinlikle girmeyiz. Şayet ordan çıkarlarsa, biz de muhakkak gireriz.” 3 şeklinde cevap verdiklerini ifade eder. Böyle söylemelerinin sebebi yüzyıllar boyunca Firavunların ve Kıptîlerin zulümleri altında mağlub ve esir olarak yaşamış olmaları, kişiliklerin kaybederek hakirliğe alışmış olmaları, vatan sahibi olma arzusunda bulunmaz ve bunu hayal bile edemez hale gelmiş olmalarıdır. İbnu Haldun’un da ifade ettiği gibi “ Başka bir milletin kahır ve şiddetine katlanan, ağır vergiler ödeme ve sömürülme düşkünlüğüne düşen milletler devlet kuramazlar.” Çünkü böylesi toplumlarda şecaat ve asalet gibi özellikler kaybolur. Hareketsizlik ve tembellik zuhur eder. Yeni ve özgür ruhlu nesiller gelmeden ve Allah onları harekete geçirecek bir lider göndermeden artık böylesi toplumlar dirilemezler. Allah onları diriltmek ve esaretten kurtarmak için Hz. Musa (as)’ı gönderdiği halde asalet, şecaat ve hareket kabiliyetini kaybetmiş olan İsrailoğulları yine de dirilemediler. Hz. Musa (as) onları bir devlet sahibi yapmak istediği halde bunu göze alamadılar ve bunun sonucunda Tih Çölünde 40 yıl devletsiz ve yurtsuz bir şekilde bir oraya, bir buraya gezdirilmekle cezalandırıldılar. Neden çölde ve neden 40 yıl? Çünkü çölde özgürlüğe alışmaları ve özgür bir ruh kazanmaları daha kolaydı ve bu arada özgürlük ruhunu kaybetmiş, tembel ve ezik o nesil bitecek ve yerlerine daha özgür ruhlu, hareketli ve çalışkan bir nesil gelecekti. Özellikle son 30-40 yıldır İslam dünyasındaki hareketlenmelerde de aynı âmilleri görmek mümkündür. Yani o mazlum ve ezik nesiller gidip daha özgür nesiller gelince hareket başlamış veya hızlanmıştır. Bu, Allah’ın takdirini ve yardımını görmemek veya unutmak değil, Allah’ın toplumlarla ilgili sünnetini tesbit ve ifade etmektir. Batı dünyası özgür nesillerin geleceğini ve yeniden İslamî hareketin başlayacağını biliyordu. O yüzden tüm İslam âlemine diktatör sistemler kurdular. O diktatör ve krallarla hareketin başlamasını geciktirdiler. Ama sonuçta Allah’ın dediği oldu ve hareket başladı. Esir psikolojisinden ve tembellikten kurtulmak, maddî mağlubiyete rağmen manevî üstünlüğü görmek ile mümkündür. Bunun için Kur’an-ı Kerim: “Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz. Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir. İşte o günleri, biz onları insanlar arasında devrettirip dururuz. Bu, Allah'ın iman edenleri belirtip ayırması ve sizden şahidler (veya şehidler) edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez.” 4 buyurur. Âyet-i Kerime zaferin her zaman Müslümanlara verilmeyebileceğini, bu günlerin ve başarının insanlar arasında dönüp duracağını, bu durumda Müslümanların gevşememesi ve tembelleşmemesi gerektiğini ifade etmektedir. Âyet aynı zamanda Müslümanların kendi hataları yüzünden madden mağlub olsalar bile kendilerini her zaman mânen, inandıkları değerler açısından ve hayat tarzı bakımından üstün görmeleri gerektiğini açıkça beyan eder. Gerileme ve çöküş döneminin Müslümanları tarafından bu âyet anlaşılabilseydi gevşemez ve tembelleşmezlerdi. Bu âyet bırakın gerilemiş bir mü’min toplumu, mağlub ve esir bir toplumu bile ümitlendirir, tembellikten kurtarır ve ayağa kaldırırdı. Bir dahaki sayıda çöküşümüzün diğer sebeplerine devam etmek dileğiyle… Allah’a emanet olun.

1- Hud Suresi 113 2- Maide 21 3- Maide 22 4- Âl-i İmran 139,140